ALİ ERBAȘ HUTBE YERİNE LÂNET OKUDU
Partili Cumhurbaşkanı RTE, Ayasofya ile ilgili değişikliği idarî bakımdan kendisi yapabilecekken, hukuka aykırı olarak Danıştay'ın 10. Dairesine karar aldırtarak yaptırdı. Böylece de, 24 Kasım 1934 tarihli, ATATÜRK'ün de imzası bulunan, Bakanlar Kurulu kararını hiçe saydı ve üstüne üstlük bu kararı İHANET olarak niteledi.
Önce bir soru soralım: Madem Danıştay Kararına uyuluyor, o halde "Okullarda Andımızın okunması konusunda aldığı karara niçin uyulmuyor..?"
Ayasofya'nın önceki günkü açılışında ise, RTE şunları söyledi:
"86 yıllık bir süreci Cumhur İttifakı olarak Sayın Bahçeli’yle, gayretlerimizle, hamdolsun yargının da hakikati görmesiyle sona erdirdik."
Ali Erbaş ise, elinde kılıçla minbere çıktı ve isim vermeden ATATÜRK'e lânet okudu.
Özetle şunları söyledi: "Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı kıyamete kadar cami olmak kaydıyla vakfetti. Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar! Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lânete uğrar."
Bugünkü devleti yönetenlerin aldıkları "dînî terbiye" o kadar yüksek ki(!), birisi kalkıyor, ATATÜRK ve İNÖNÜ'yü kastederek "ayyaş" diyor, sonra Ayasofya'nın müze olması için karar alanları "tarihe ihanet" etmekle suçluyor.
Diyanet İşleri Başkanı da ATATÜRK'e "lânet" okuyor...
Yeri gelmişken, antrparantez şunu da kayda geçelim:
(Ayasofya'nın açılış namazında TSK'nın üst düzey komutanları da vardı.
Ancak, o bizim bildiğimiz ve saygımızın sonsuz olduğu, Cumhuriyetin getirdiği değerler dizgesine saygılı olanlar değil, bu değerlere yabancılaşmış ve yadsıyan komutanlar vardı…)
ATATÜRK'e, namaz esnasında yapılan bu saldırıyı, şiddetle ve nefretle kınıyoruz ve kendilerinin ifadesiyle, lânetliyoruz…
Bu haksız saldırının, özellikle de CHP tarafından kurultayda kınanması gerekmez miydi..? Ali Erbaş'ın Diyanetin başından uzaklaşmasının talep edilmesi gerekmez miydi..?
Bakın bu arada aklıma ne geldi: 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Atatürkçü olmayı kendisine hakaret sayan Fetullahçı Mümtazer Türköne'yi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'na üye olarak atamıştı. Fetöcü olmaktan tutuklandı…
Partili Cumhurbaşkanı da benzerini yaptı ve Prof. Dr. Ahmet Yaramış denen tescilli bir Atatürk düşmanını, Türk Tarih Kurumu'nun başına atadı. Bu kişi daha sonra Fetöcülerin affedilmesi imasında bulundu…
Yine partili Cumhurbaşkanı, Diyanet İşleri Başkanlığına, Atatürk adını telâffuz etmekten özenle kaçınan birisini, Prof. Dr. Ali Erbaş'ı atadı…
Bu"rövanşist" ve lâik cumhuriyet karşıtlarının, önemli kurumların başına atanmaları, ATATÜRK'e ve O'nunla birlikte devleti ve cumhuriyeti kuranlara lânet okusunlar diye mi yapılmış ve yapılmaktadır? Diye, ortaya bir soru atmayı gerektiriyor.
Ancak, bunlar karşısında sessiz kalmamaları gerekenler nasıl suskun kalıyorlar, anlamak mümkün değil… Bizleri TBMM'de temsil edenleri kastediyorum…
ATATÜRK'e (isim vermeden) lânet okuyanlar, Ayasofya'yı, Cumhuriyetin ve yurttaşların karşısına, İslam'ın ve dindaşlığın sembolü olarak koyuyorlar.
Aslında, ATATÜRK 19 Șubat 1936'da Ayasofya'yı tapulandırırken, Cami olarak kaydettirmiştir.
Buna rağmen, halktan gerçekleri gizleyen "Cumhur ittifakı", oy uğruna, siyasî bir manevra yapıyor.
Bu tutum, Cumhur ittifakının asıl amacının Cumhuriyetle hesaplaşmasını ortaya koymaktadır. Tekrar edelim, "Cumhur ittifakı" Cumhuriyete meydan okuyor…
Ali Erbaş'ın elinde kılıçla hutbe okuması da, OSMANLI'yı sembolize ediyor.
Eey TBMM'de bizi temsil edenler! Cumhuriyet karşıtlarının amaçlarına ulaşma konusunda nerelere gelmiş olduklarının farkında mısınız..?
ATATÜRK ve Cumhuriyet karşıtlarının söylem ve eylemleri, toplumu kin ve düşmanlığa özendiren, kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı düzeydedir.
Bunları inadına tekraren yapanlar ya istifa etmelidirler ya da görevden alınmalıdırlar.
***
Ayasofya'nın açılışının 24 Temmuz Lozan Barış Antlaşması'nın 97. Yıl dönümünde yapılması da, takdir edersiniz ki, son derece manidardır. Hatırlayalım en yetkili ağızdan çıkan şu sözleri: "Lozan'ı bize zafer diye yutturmaya çalıştılar…"
Bu sözlerle, bir taraftan ATATÜRK ve arkadaşları eleştirilmekte, diğer taraftan da Lozan Antlaşması reddedilerek, yeni çatışma alanları aranmaktadır…
Bu büyük tehlikeler karşısında Türkiye'nin partileri olan muhalefet partileri ne yapıyorlar? "Aman aman bir tatsızlık çıkmasın" diye susuyorlar sadece…
Ancaak, halka dayalı ve halk mayalı Cumhuriyet yıkılıyor; lâiklik sadece kâğıt üstünde kalıyor; demokrasi, insan hakları, bireyin özgürlüğü, basın özgürlüğü sizlere ömür, ama başta ana muhalefet partisi olmak üzere, tekrar edelim, muhalefet partileri susuyorlar…
CHP'nin 37. olağan kurultayında, Türkiye'nin karanlığa sürüklenmekte olduğunun kanıtları olan, tüm bu aykırı gelişmeleri geçersiz kılacak ve Türkiye Cumhuriyetine, tüm değerler dizgesiyle birlikte, can suyu verecek, yani Türkiye'yi tarikatçıların ve cemaatlerin değil, ulusal kimlik ve ulusal kültür temelinde, birbiriyle barış içinde yaşayan yurttaşlar ülkesi konumuna yeniden yükseltmeyi gür sesle istemek, "manifestonun" bir maddesini oluşturur diye düşünmüştük, ancak, ne yazıktır ki, hâyâl kırıklığına uğradık…
Ataları ve büyükleri hakkında hakaret edici ifadeler kullananlar, bizim bildiğimiz ve mensubu olduğumuz İslam dinine mensup olamazlar. O halde, İslamî kurallarla örtüşmeyen böyle kem söz sahibi bir kimsenin, Diyanet İşleri Başkanı olarak görevini sürdürmesi söz konusu olamayacağı gibi, yargı önüne çıkarılması da gerekir.
Evet, Ali Erbaş ya en geç hemen istifa etmelidir (onurlu insanlar bu yolu seçerler) ya da görevden alınmalıdır…
Dursun ATILGAN
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı |